12 Ocak 2013 Cumartesi

Ya Yolcu...

    “İşte ayın bu batıp çıkmasından Allah’a sığınmalıyız; çünkü aydınlık gittikçe karanlık gelmektedir. ” (Tirmizi, Tefsir, 113)

    Altı üstü koca bir hanın kapısını açıp kapatmayı bekleyen yolcuya...

    Ağır aksak yürüyen bir yaşlı anlatacak bize ömrün kısalığını, Haşim karanlıklardan dem vuracak, Tarancı ölümden bahsedecek, bir şair aşkını anlatacak yolcu her daim yolunda olacak.
    Sabahlar bir anda gelmeyecek, karanlıkta yürünecek yollar daha çok olacak. Gecenin gebeliği sancılı geçecek, uzun sürecek, aydınlıklar hemen gelmeyecek.
    Doğumunu bekleyen bir gecenin içindeyim. Gecede kocaman bir ay, ay dolunay...
    Ayı ışık bellemiştim yolumda, meğer geceye sancısını veren oymuş, parlak bir dolunay, Ayın şerrinden O'na sığınmamızı söyleyen Hazreti Muhammed'e kulak veriyorum. Gecenin tek aydınlatıcısı masum bulmuyorum artık.
    Sessiz, sedasız, yalnız, zamansız, mekansız bir yol başındayım şimdi. Tırnaklarım alnımı aşındırıyor, dünya mahzen, dünya gece, insan uyku
    Ya yolcu zamanla anlıyorsun mekansız olduğunu, bir devenin yaptığını bir insanın yapamadığını. Bir mekan belleyemiyorsun kendine, sen yolcusun mekanlar ayaklarının altından kayıyor.
    Ya yolcu zamanla anlıyorsun zamansız olduğunu, takvimlerin hızına yetişemiyorsun, şaşıp kalıyorsun geçip giden yıllara
    Ya yolcu zamanla anlıyorsun yalnız olduğunu, yoldaşların oluyor bazı bazı, sonrası hep aynı sen yolcusun yolda olanlar yolda kalıyor sen devam ediyorsun. Ya yolcu anlıyorsun işte geriye sadece tek çift ayak izinin arkanda kalacağını
    Ya yolcu...
    İşte şimdi bir yoldasın, zordasın, yalnızsın, mekansızsın, zamansızsın, üstelik bir de kar yağıyor, bembeyaz
    Korkma yolcu, kimseye anlatamadığın şeyleri yol azığı yapmışsın, kelimeler düşmüş payına, hiç olmamışsın, sen ki hiçliğe karşısın, azığında olan kelimelerden güç bulacaksın yolcu işleyeceksin onları, payına kelimeler düştüyse yolda, sana da yol boyunca işçiliği düşecektir.
   Korkma yolcu hem ayakların hem kelimelerin olduğu müddetçe asla yolda kalmayacaksın
   Ya yolcu, yoldasın korkma yanlış bir adım dahi doğru yola çıkaracak seni, güven O'na, ışığını bul, ay ışığından kaç...
    Ya yolcu, yola çıktıysan o yolu bitireceksin, sen görmesen de arkanda tek çift ayak izi olsa da seni bir Yaratan var, Rabbini bil yolcu, ömür kısa, gecesi uzun olsada.
     İşte yol üstelik karlar yağıyor, ceplerim kaplumbağa taşları dolu, atılmayı bekliyor. Tarih devrediyor. Anılar gizliden çıkıyor. Eh yol var o da bitiyor. Rüyalar kadere işaret ediyor, Rabbin seni biliyor, o halde korkma yolcu yol var bitiyor, sen Rabbinsin, sen Rabbindensin, sabret yolcu hanın kapısını açtın Elhamdülillah az kaldı kapatacaksın.




   

24 Kasım 2012 Cumartesi

Bir tuhaf hikaye Bir tuhaf insan


  Yaşayabileceğimiz tek hayatın yağmurlu sokaklarında yürüyoruz.Gökyüzü kırmızı, kan kırmızı, yürek kırmızı.Kulağımızda bir hüzünlü melodi,kalp ritmimiz gibi,acıyla kalbimizin yerini keşfettiğimiz gibi,acımız olmasaydı ritmimizi de bulamayacağımız gibi.Bir ömrü tükettiğimizi görüyoruz harcanmışlıklarla, her adımımızda eksiliyoruz artarız umuduyla. Sonra eksildiklerimizi topluyoruz ne yaparsak yapalım kaybettiklerimizle denkleşmiyor, adımlar artıyor biz azalıyoruz.
    Bir kalem düşüyor herkesin payına, herkes bir hikaye yazarı aslında, kelimelerle oynuyoruz, kelimeler çoğalıyor, yanlız bir şey var, bir tuhaflık. Bir kelimemiz ötekini siliyor, kelimeleri arttırdık sandıkça azaltıyoruz, yeni bir kelime diğer kelimeye silgi oluyor. Ne uzuyor ne kısalıyor hikayemiz. Farkında değiliz bir hikaye yazarıyız hepimiz kendimizi bulma çabasında yok etme fiiliyatında..
     Herşey olabilme yolunda hiç olacağımız vakti kolluyoruz bilmeden.
    Yol kenarında ki kaynağı olmayan, yanına hiçbir uğrayanın olmadığı bir çeşme kadar yalnız hikayelerimiz, yine de bu yalnızlığa rağmen hala dimdik ayakta, sonbahar ile bütünleşmiş renklerimiz, kahverengi ve bordo yapraklar,puslu bir gökyüzü oldukça da gri, bozkırın ortası sarımtırak hüznü.
   Hikayemiz terkedilmişlikle başlıyor besbelli, üstelik bozkırın ortası mevsim.Kelimelerin çoğu hüzünlü, olsun varsın.
   Bir hikaye varsa bitişide var diyoruz öylece teselli buluyor, umut notları ekliyoruz bir kenara, yaşıyoruz tamam ama pek de iyi değiliz.
   Sonra bir bakıyoruz ki kelimelerimiz emanetmiş, emanet kelimelerle yazıyoruz hikayemizi, bizim bu defterimiz de emanetmiş, biz sahipleri değilmişiz, emanete hıyanet etmemeliymişiz. Sokaklarımız hala yağmurlu, güneş ne zaman uğrayacakmış bilmiyoruz.Bir var bir yok arasında, başkası olduğumuz yerdeyiz. Kelimelerin sahipleri olamadık ama kelimeleri harcayanlardanız.
   Hikayelerimizin bir okuyucusu da olmuyor çoğu zaman, kendi yazıp kendi okuyanlardanız, bir çeşmenin yanına kaynağı olabilir mi diyenin olmadığı kadar yalnız, okuyucusunu bekleyen...
   Okuyucusu olmayan hikaye yazarlarıyız her birimiz.Üstelik bu hikayenin başkahramanı bizleriz, inatla yazıyor inatla siliyoruz.
    Sokaklar hala yağmurlu, biz yağmurlu sokaklarda şemsiye almayı sevmeyiz, hikayemiz için ıslanır sonra üşürüz.Sonrası...
    Yağmurlu bir sokaktayım yaşlı bir teyzemin elinden öpüyorum, yaşlı bir amcamın duasını alıyorum bundan öteye bir hikayem yok diyorum. Yaşlı adam hikayesini anlatmasa da yüzündeki çizgilerden okuyorum. Bir hikayen var biliyorum diyorum.Gülümsüyor.Biz insanlar tuhaf yaratıklarız diyorum giderken, bir şey demiyor kelimemi anlamıyor belki ama hissediyor, hissediyorum. Bitiyor diyorum, her başlayan hikayenin sonu var diyorum. O da bunu biliyor. Bu kadar yeter artık dönüyorum arkamı
   Tuhaf hikayecileriz, gülümsüyorum.
   ''Allah var gam yok'' demiş biri, aklıma geliyor.
    Gülümsüyorum.
    O'na dönünce dilimde ki kelam değişiyor.
    O vakit diyorum, kelimelerimi, hikayemi duam kabul eyle...
    

3 Eylül 2012 Pazartesi

Yıldızlar ve Hüzün

  Yıldızlar, bir parlayıp, bir sönmeleri, büyük ve parlak olanları, küçük yıldızların hep birlikte toplanması, büyük ayı, küçük ayı... bunların nedeniyle hiç ilgilenmedim.Sadece kafamı kaldırdığımda gördüğüm manzara, içimdeki hüzün ya da mutluluk, nitekim çoğu zaman yıldızlara baktıkça hüzün hissettim, mutluluk değil, zaten mutluluk bizim şehre pek uğramazmış.
   Büyümeyi ne çok şey zannetmiştik, yaş ikili sayılarla başlayınca kendimizi büyük hissettik,üçlü sayılarla başlayanlara ve Tarancı'ya göre yolun yarısında bile değildik.
   Büyümek bizim mevsimde yalnızca hüzün çoğalmasıymış ay eylül olunca hüzün ayı derlermiş şairler, hüznü gerçekten yaşayana da yılın on iki ayı hüzün demekmiş, hüzün ayla sınırlanmazmış, ne şubat soğuğu ne nisan yağmuru ne eylül hüznü, arasında yaşanmayan martların sayısı yılın tamamına vurmuş.Kaç mevsim martı yaşamamış hüzünle büyüyenler, saymaya dahi mecali kalmamış.
    Büyümek,herkesin payına düştüğünü yaşadığı şu hayatta, yaşamak dediğine sabretmekten başka çare yokmuş,hüzün hüznün mayasıymış,bu batağa giren bir daha çıkamazmış,eyvallah
    Hayattan payımıza yaşadıklarımız düştüğünden bu yana bizde sabretmeyi öğrendik,sabrın meyveleri belki çok acı ama bir o kadar da lezzetli olmalıymış, nitekim yemeden de bilemezdik.Ama biz hayattan payımıza düşenle hep sabretmeyi öğrendik.Bu yüzden yıldızların nasıl öyle göründükleriyle ilgilenmedik, yıldızlar öyle görünmeliydi, yıldızlar hüzün vermeliydi,izleyen sabretmeliydi.Elbet vardı bununda bir sırrı, olmalıydı yoksa insan bunu kaldırazdı.
   Başımı göğe kaldırdığımda yıldızları görüyorum, hüznümün sessiz çığlığını da dalgalarla bastırıyorum, geceyi hüzünlerime örtü yapıyorum,yaşamanın olağanüstü anlamını düşünüyorum, yıldızların ardını görmeye çalışıyorum, olmuyor, sabrediyorum, yıldızların ardı boş değil biliyorum, sabrediyorum,görmek istiyorum, göremem, sabrediyorum, büyüyorum, sabrediyorum.
    İnsanlar, hüzünbazlar,yıldızlara bakanlar, ardını düşünüp düşünmeyenler, hüzün ya da mutluluk görenler, yetinmeyenler, insanlar,yıldızların ötesine inanan,inanmayanlar, herkes ötesinden umar mutluluğu,insanlar, yıldızların ötesinden medet umup saklayanlar,sabrın sükutunda huzur bulacaklar, insanlar..
    Yine de biliyorum, büyüyorum.
     Ve yumurtasından yeni çıkan bir carettayı denize uğurlarken tek bir dua ediyorum.
     ''Umarım aradığını bulur bu uçsuz bucaksız maviliklerde çünkü biz insanlar aradığımız hiçbir şeyi yıldızlara bakarak bu dünyada bulamayacağız''
      Biliyorum, yıldızların ardı boş değil, evrende hiçbir şey boşuna değil.
      Biliyorum
      Sabrediyorum.
 

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Bayramınız Kutlu Ola

   Nerde o eski bayramlar?
   Zaten şu zamanda bayrama dem vurup da ah çekmeyen yok biliyorum.Yok bayram falan yok ortada.Bundan sonrası da zor, olmayacak sanırım.Bunca kan dökülürken, dökülmeye devam ederken, insanların ruhu çoktan uçup gitmişken 'Bugün bayram' demek de zor.
   Ama yine de bugün farklı bir bayram geçirdim.Hatta bugün farklı bir gün geçirdim.Uzun zamandır hatta daha önce hiç mezarlıkta bu kadar zaman geçirmemiştim.Tek tek göçüp giden tanıdık ruhlarla bayramlaştım.Canlı ile bayramlaşmaktan daha gerçek daha içten bir bayram gibi geldi.Ankara'da olanlar Karşıyaka mezarlığını bilirler.Her gün gitseniz her gün daha da büyüdüğünü görürsünüz.Arabasız da giderseniz biraz zor olur bulmak.Hatta arabayla bile bulunmaz bazen.O kadar labirentimsi bir hali vardır.Gerçi artık elektronik aletlere ziyaret etmek istediğinizin adını yazıyor anında çıktı alıyorsunuz.Derken bize de başta zor oldu ama sonra o elektronik çıktı ise yardımcımız oldu, daha önce çok geldiğimiz tanıdık bir mezarı bile biraz zor biraz kolay bulduk.Saatlerce bir mezarda, içinde yatanla bayramlaşmak hiç yaşamadığım bir bayram olmuştu.Gelen gidiyor gelen gidiyor.Bu zamana kadar bizde öyleydik.Sanki herkes bir adeti yerine getiriyor o kadar.
    ''Allah rahmet eylesin, üç kulfu bir elham bazen bir yasin, okuyalım üfleyelim hadi hoşçakal''
     Hayır bu zamana kadar yaptığımız bir ziyaret değildi.İlk kez gerçek bir ziyaret yaptık saatlerce bekledik, dua ettik, sohbet ettik.İşte şimdi gerçekten bir ziyaret yapıyorduk.Anneannemin ellerinden öptüm önce razı mıdır torunundan bilmem ama dua ettim kendimce.Biraz gözyaşı eşliğinde.Derken etrafta ki mezarlara yine gelen gidiyordu gelen gidiyordu.Hayır biri daha bizim gibi bekliyordu mezarın başında.Karı koca gibi duruyorlardı, mezarda yatanda çocuklarıydı. En zor acı evlat acısı derler, doğruydu onların yüreğinde kalan herkesten farklıydı.Bazen konuştular, bazen dua ettiler, bazen de sessizce durdular.İlk kez mezarlıkta sigara içen birine kızmadım.Kadın bir ara yaktı sigarasını, yine herkesten farklı çekiyordu yanmış ciğerine yanan sigarayı.Bizim artık vedalaşma vaktimiz gelmişti son Fatihamızı okuduk ayrıldık ordan sessizce.
     Hüzün insanla birlikte var oldu.
     İlerlerken bir yaşlı teyzeye denk geldik bir mezarın başında oturmuş gelen geçene iyi bayramlar diyordu, belli hiç bayramı yaşamıyor ama dilinde yalandan da olsa, belki gerçekten hissederim umuduyla '' İyi bayramlar'' diyordu geçen herkese.Onu da es geçemedik, gittik yanına annemle,yanan ciğerini dinledik, gözyaşlarımızı gözlüklerimiz saklıyordu
iyi ki de gözlükler vardı ya da keşke hiç olmasaydı...
     Bayram olmadığını biliyorduk ama adettendir ''İyi Bayramlar'' dedik ve biraz sohbet ettikten sonra onunda yanından ayrıldık.
     Hüzün devam ediyor, zaten hiç durmadı.
     Şimdi bir yatan tanıdık daha vardı yakınlarda, onunda ismini almıştık elektronik çıktılardan, onu bulmak için binlercesinin olduğu parsel aralıklarında dolaştık.Diyorum ya labirent gibi bir mezarlık.Çok zorlandığım bir şey vardır o da isimleri okumamak.Okumamak için eğiyordum başımı.Ama yine de dikkatimden kaçmıyordu beş yaşındaki bir çocuğun mezarı.Sessizce onun da bayramını kutladım.Sıra beş yıldır görmediğimiz birindeydi.Hiç ziyaret etmemiştik bu mezarı.Yakındı.Hatıramda dipdiriydi oysa.Eğer hiç ziyaret etmediğiniz bir mezar varsa, uzun zaman sonra ziyaret ederken onu orada canlı bulacak gibi hissediyorsunuz, sonu hüsran belki de değil.Zor bulduk parselini oturduk yanına, onunla da sohbet ettik, duamızı ettik, suladık mezarını sonra ayrıldık onun da yanından.
      Hüzünle gelen hüznüyle veda etti.
      Son olarak babannem ile dedemin mezarı vardı ama diyorum ya labirent gibi üstelik öğle vakti biran da ikindi olmuştu.Uzaktan seslendik onlara.Çünkü arkamızı döndüğümüzde uzun yollar gözüküyor zor buluruz gibi geldi.Yürüdük.Sonra kendimize kestirme bir yol bulduk topraktan biraz zorlanarak indik.Biraz sonra ne görelim.Onların mezarındayız.Bizi yanlarına çağırdılar belli.Çok sevindik annemle.Onlarında bayramlarını kutladık yine biraz sohbet ve dua.
Sonra veda, ayrıldık.
     Herkesin ismini gördüm mezar taşlarında soyadlarının önemi yok.
     Öyle hızla geçiyor ki zaman anladım üzüntülerin mahiyeti yok.
     Hani hadiste diyor ya '' Hayatı acılaştıran ölümü sık sık hatırlayınız'' bugün oldukça hatırladım. Sonra da dedim işte bayram, işte evimiz, işte gerçek bayramımız.Ölüm, Rabbinle buluşma, bir umut, bir rahmet,ölüm, gerçek bayram, yaşayabilene
hissedebilene
anlayabilene...İnşallah onlardan oluruz.

      Bu fotoğrafta bekleyen boş mezarlar onları görünce de insan ister istemez bir tuhaf hissediyor.Ölümü hatırlatıyor.Sıranın kimde olduğu bilmemek de ayrı bir tuhaflık, neden biz olmayalım kimin olacağını yalnızca O biliyor.Ve O kimseye yarının garantisini vermiyor.Son olarak ölmeden önce biraz daha fazla insan olalım yarın  o dipsiz kutunun içine kimin gireceği hiç belli değil.
      Ee yazımı bitirmeden bir adeti de yerine getireyim iyi bayramlar demeden bitirmeyeyim yazıyı.
      O halde 
      İyi Bayramlar.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Denize ağıt yaktım anlamadı denizi yaktım

   Öfkem koca bir denizi yakacak bu sefer, bu sefer alevlerimi söndüremeyecek kadar aciz kalacak sular, zaferle ayrılacağım bu oyundan ve son bulacak son bulması gerekenler.Geriye kalan koca, ıssız, sessiz bir sahil olacak, alevlerimin arasında denize güvenen bir adam göreceğim.Ama bu sefer sönmeyeceğim suyla ateşin savaşında ateşim galip gelecek. Sezai Karakoç gibi yakacağım denizin kentini, şairim o olacak söyleyeceğim dizelerini:
''Denizin kentini yaktım 
Vızıldayıp duran kafamın ortasında''
   Soğuk,ıssız, sessiz gelecek olan ölümü ben erkenden öldüreceğim, ölümün soğukluğunda üşümemek için ateşimle yok edeceğim.Öfkem bu sefer affetmeyecek.Öfkem koca bir denize mağlup gelmeyecek bu sefer yakacağım denizin kentini, içindekileri de, derken bir adam göreceğim yorgun, üzgün, pişman.Ateşim onu da yakacak, derken bir kadın göreceğim ateşle yanmış olacak.Şairim Karakoç olacak söyleyeceğim dizelerini:
''Denizin kentini yaktım 
Beni çocukluğumdan koparan 
Denizin kentini yaktım 
Bir kent kadın kabuklarından''

    Küller kalacak elimde geriye,geri dönüşü olmayan ölümü göreceğim, ölüm gelmeden önce.Kulağıma fısıltılar gelecek umursamayacağım, alevimi uçsuz bucaksız bir deniz söndüremeyecek, deniz yenik düşecek.Ben zafer kazanacağım.Külleri savuracağım etrafa bir toprak parçası olacak, alevim sönecek gözyaşlarım akacak, umursamayacağım.Geri dönüp bakmayacağım, gözyaşlarım akacak, şairimin dizelerini söyleyeceğim:

''Denizin kentini yaktım 
Miras kalmış bir alevle''
   Önce Karakoç yakmış sonra ben, geriye kalan gözyaşlarım küllerin üstüne, öyle çok akacak ki yeni bir deniz olacak, uçsuz bucaksız, dibi eskiden kalma, kalıntılarından tam kurtulamamış, daha da derinde kalsın diye daha çok akıtacağım yaşlarımı gelmemiş gelecek ölümün üstüne, gözyaşlarımla küllerinin arasında kalmış olanlar bir kez de sessizliğimin ceseti olacak.Umursamayacağım.Şair dizelerine son verecek, bense tekrarlanacak olana, bir gün gerçek ölüm gelecek, bu sefer ben gömüleceğim gözyaşlarımın arasına, şair şiirine son verecek ben gözyaşlarıma:
''Tanrıyı anarak kalbi atan
Cami sütunları boğdu
Sararmış gözyaşlarıyla
Kararmış denizin kentini''...

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Eşyalar, İnsanlar ve 14 yaşım

    Hey gidi zaman, tam 14 yıl... Tam 14 yıldır oturduğum evden taşınıyoruz.Taşınmanın en güzel kısmı bütün fazlalıklarınızdan kurtulmanızdır şüphesiz, en zor kısmı da; alışkanlıklar,onları terketmek...Alışkanlıklar, yaşananlar, arda kalanlar, anılar, üzerinde binlerce iz kalmış eşyalar. Eşyaların bir önemi var mı, yoksa onlara anlam yüklediğimiz için mi önemliler, ya da eşyalara hiç anlam yüklemezsek hatıraları bir nebze daha azaltır mıyız? Bilmiyorum.14 yıl boyunca aynı odanın içinde hep bir şeyler saklamışım, hepsinin içine bir anı kilitlemişim.Elime aldığında anında dün gibi canlanan anıları hapsetmişim.Küçük küçük eşyalar.Benimle birlikte daha nerelere kadar gelecekler bilmiyorum.Ama son nefesime kadar bu anlam yüklediğim küçük büyük bütün eşyaları yanımda taşıyacağım.
   Eşyaları bir yana bırakırsak, bir süpriz odamın en derinliklerinden bana 'merhaba' dedi.Geçenlerde defterlerimi toplamıştım 2006-2009 arası yok.'Ya Hu nasıl yazmamış olabilirim o yılları' diyordum kendime.Meğersem saklamışım dolabımın altındaki çekmecenin de altına üstünde ki tozdan yerle bütünleşmiş duruyor.Elime büyük bir mutlulukla aldım.Sanırım hayatımda benim kendimle buluşmamda bana en çok yardımcı olan yıllarım.Yurt anılarım.14 yaşım, insanlarla ilk buluşmam, çeşit çeşit insanlar tanımam, bize çocuk olma fırsatını pek tanımadıkları o yurtta büyüklük taslarken bir anda gerçekten büyümüş olmam, ilk kez aldatılmışım, bir dostum beni ilk kez kandırmış, kendimden büyük birine üstelik öğretmenime ilk kez karşı çıkmışım, göz yaşlarımla ıslanmış sayfalar arasından, yanlışlıkla telefonlarımızı yakalatıp alma çabalarımızda da şu an gülümseyerek okuduğum o trajikomik diye nitelendirdiğimiz anılar.Özlemle ilk tanışmam, annemi, babamı, kardeşimi o derinden özlediğim anlar, bir türlü yapılmayan banyolar için gece yarılarına kadar dostlarla nöbetleşe beklemeler, ankesörlü telefon kuyruklarında bazen heyecanla bazen de kavga ederek bekleyişler, o yurdun kapısının önünden iki dağ arası boylu boyunca uzanmış yoldan bir gün çıkacağım bambaşka bir aleme yolculuk yapacağım diye hayal kurduğum anlar...
   14 yaşım, hayata ilk adımım,ilk hastahaneye annemsiz bir dostla gidişim, valiz taşımaktan yorulan kollarım, insanlarla yaşamaktan yorulan yüreğim, 14 yaşım, çocukluğum...yaşadıklarım yaşayamadıklarım...Hala kendime çok büyük gibi gelmiyorum ama 14 yaş küçük küçücük bir kızın yaşı gibi geliyor.Fazla güçlüler bu 14 yaşındaki kızlar çünkü fazla yalnızlar.Yoldaşlığım da bulunan bütün o küçük çocuklar, hepsi bir bir gözümün önünden geçti o defteri okurken, bir bir büyüdüler gözümde, sonra bir bir hayata atıldılar tecrübeleriyle. 14 yaşım, 14 yaşlarımız...
   Derken artık kaldırdım defteri, yepyeni bir evde baştan sona iyice okumak üzere.O yazılanlardan somut kalan, küçük küçük hatıra kalsın diye verilmiş eşyaları da nazikçe koydum anı bohçama.Hüzünlendim.Geçen zamanın hızı korkuttu hala 14 yaşında kalmış olan yüreğimi.Ben hala eşyalar biriktiriyorum.Ama gördüm ki dokunduğumda mutlulukla gülümseten değil de, geçen zamanın acılarını da hissettiren küçük küçük eşyalar.Eşyaların bir önemi var mı bilmiyorum ama varmış.Anılar onları bulana kadar ölü, dokunduğunda o an kadar gerçek ve canlı.Eşyalar...her ne kadar hüzünlendirse de vazgeçmeyeceğim anılarımı eşyaların içine hapsetmekten, geçmiş kaybedilmiştir, geçmişte kalanlar geçmişte kalmıştır, ama beni ben yapan geçmişimi hiçbir zaman öldüremeyeceğim, beni ben yapan insanlara hiçbir zaman kızmayacağım.Bu yüzden her daim anıları küçük eşyalara hapsedip yazmaya devam edeceğim. Ömrümün kaybolmuş 3 yılını tekrar bulmaktan mutluyum, bir değişimin de hüznü var yüreğimde.Böylece yine eşitlendik zamanla birlikte...

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Bahar mı desek

    Koca bir kışı devirmişim su gibi akıp giden zamana inat.İzlerimi yok ederken tabiat belki de bana en çok destek olanı ya da...
    Şöyle bir çıktım yürüdüm sokaklarda. Her sıfatının tecellisini yansıtmış Yaratan dar-ı dünyaya.Önce fanilikleri ardından baki olanı gördüm. Sokaklar beşeri her duyguyla dolu. Harmanlaşmış kendi aralarında, baharla birlikte daha da güçlenmiş kök salmışlar dünyaya.
    Yalnızlık, düşme ihtimalini düşündüğünde seni tutacak olanın olmaması
    Çaresizlik, üstü başı parçalanmış bir erkek çocuğuna ayağına büyük gelen üstelik bir de kız ayakkabısı giydirmek
     Merhamet, Yaratanın sadece annelerin yüreğine koymuş olduğu bir duygu, akşam ezanı ardından hemen bir annenin kapıdan çıkıp dışarıda oturan çoçuğuna hırka götürmesi(İstisnalar kaideyi bozmaz)
     Ve ağlamak, bir çocuğun ağlaması, bir kadının belki de bir erkeğin ağlaması...Hepsinin nedeni ayrı yüreklerde.Ama hepsi de bir çocuğun gözünü akıtan kadar geçici faniliklerde...
      Harmanlaşmış duygulardan biraz öteye daha da sessiz bir yerlere doğru ilerlediğimde gördüğüm ise sadece doğada ki bütün duyguların insanlardan daha gerçek olduğu.Ilık bir rüzgar esiyor, bir çiçek o rüzgarla kokusunu etrafa salarak belki de en iyi balerinden daha iyi süzülüyor.Kuşlar en iyi sanatçıdan daha iyi beste yapıyor. Ve yüreğime işleyen gördüğüm en güzel resim içinde yürüyorum.Kucaklamak istediğim şeyler sınırlı, bütün hayvanlar, çiçekler belki çocukları da dahil edebilirim onlarda bir yaşa kadar. Hepsi çok masum, bulunabilecek en temiz nefes alanlar...Kucaklamak istiyorum hepsini.İnsanların bıraktığı kirli izleri onlar silecek gibi geliyor. 
      Vakit bir akşam ezanı vaktine yaklaşıyor, hava kararmak üzere.En hüzünlü ezan akşam ezanı gibi geliyor günün tam anlamıyla bittiği, artık yapılacak, görülecek şeyler için bir sonraki günü beklemeye başlamanın vakti...Etrafa bakınıyorum bir zamanlar bu capcanlı tabiat buzlarla kaplanmıştı.Bembeyaz kar yağıyordu.Kar masum gelirdi ama yeniden dirilişin ölümü kadar acımasızdı belki.Etrafa bakınıyorum bir zamanlar bu güzel renklerin üstünü solgun bir buz kaplamıştı.Köşede eski bir uçak hala duruyor.Bir yerlerden havalanmış sonra onunda sonu gelmiş belli.Zaman ne çabuk geçmiş hala da geçmeye devam ediyor.Tutamadığım zamana inat, ben de baharı kucaklıyorum. Çok sevdiğim öldürücü kar yerine, her tarafı yeniden yeşerten yağmura ellerimi açıyorum.Bahar, yeniden doğuş, tabiatın dirilişi, insanların baki olana bir kez daha inanması...Depresif bir şiir geliyor aklıma, koyuyorum bir köşeye şöylece onu.Hava iyice karardı tabiat daha gerçekci bir şey fısıldıyor kulağıma
     ''Seni gerçekle müjdeledik;öyleyse umut kesenlerden olma''